13 Kasım 2013 Çarşamba

Kuşlar böğcekler felan

Kaslı insanların neden bu kadar gerizekalı olduklarını çözmekle başladım ya da bir şekilde son dört günüm bir şekilde olağandışı enerjik ve de mutluluklarla geçti. Bazı arkadaşlarımla onuncu kez "Coupling" izledim, bazılarıyla halı saha maçları yaptım, bazılarıyla gelecek planları, bazılarıyla Üniversite 2 Unlu Mamulleri'nde goygoy.



Mesela artık daha az facebook oyunu oynayıp daha fazla ilgi bekliyorum. Daha kalın giyiniyor, daha az duş alıyor, dişlerimi daha az fırçalıyor ve Hatay'a daha az gidiyorum. Mutsuz olduğum da oluyor arada, eskisi kadar olmasa da. İnsan intihar fikrine aşina oldukça dertler de bir o kadar küçük geliyor göze. Animelere ne ara daha az takılacağım; Projenizi bitiremediniz mi, korkmayın, artık calgon tablet var, şeklinde...

Kadın olmak çok anlamsız geliyor her geçen gün. Laik olmanın bir manası yok. Allah'a tapmak da saçma mesela tapmamak da. Günlük hayatımda Din ve Devlet işlerini ayırmaya özen gösteririm. Bazen diyorum ki keşke mazot bir lira olsa, taksicimiz çiftçimiz rahat bir nefes alsa, emeklimiz rahat etse. Sonra hemen terkediyorum bu düşünceyi, kadınların beni terketmeleri gibi.

Taban göstermek ya da kambura yatmak istiyorum zaman zaman sosyal yaşantı karşısında, olmuyor. Bir noktaya gelince çocukluk sorun yaratıyor. Böyle içkili yerlere girememek gibi değil de. Bencil kabalıklar var bu hayatta, birilerinin hoşuna bile gidiyor. İsveçliler'e maço gelen haller Fenerbahçeliler'e yumuşak gelebiliyor. Oysa biz dememiş miydik bütün güzel kızlar Fenerbahçeli diye. Şimdi senden büyük ey sultan, allah var, der gibi İsveçliler'i hedef gösteriyor, herkesi beni öpmeye davet ediyorum.

Spor insanı mutlu ediyor, enerjetik kılıyor. Sağlıktan, uzun yaşamdan çok anlamadığım bir gerçek. Kadınlardan ve şiirden anlamam, film zevkim falan berbattır. Tivitır bilmem, aforizma yapamam. Ama benim de iyi olduğum şeyler yok değil şu hayatta. Usandırma tekniklerinde, ısrarda ve aşık olmakta birinciyim. Aşık olmak derken çok becerdiğimden değil, bizimki daha çok kendi çapımızda, konfeksiyon tarzında, tekstil üzerine. Karışık bişeyler oldu. Ama bi yerde özeti bu bu işin. Dört beş gündür böyle.

Hayat ne denişik di mi, kuşlar felan.


19 Eylül 2013 Perşembe

Herşey



Zor bir hafta oluyor Sayın Okuyucu. Ölümler, hastalıklar, direnmeler, sorumluluklar, derken insanın sinirleri gevşeyecek yer arıyor. Bakıyorsun telefonda ağlayıvermişsin.

Bir insanın başına neler gelebilir, siz ona ne kadar destek olabilir yahut olamazsınız. Abinizin cenazesinde neden gülersiniz. Bu soruların cevabını bilemeyebilirsin ama bu anlamaya çalışmayacağın anlamına gelmek.

Yargı bildirmek, kestirip atmak kolayı. Hani övündüğünüz insanlığınız? Soru sorma becerilerinize karabasan mı indi? En doğrusunu siz mi bilirsiniz, biz mi? Siz kim oluyorsunuz? Biz kim oluyoruz da ölen bir adamın ardından soru sorabiliyor ya da ağlayabiliyoruz.

Dayanacak güç kalmayabiliyor. Hangi kelimeyi kullanacağınızı, hangi boka batacağınızı, hangi yoldan gideceğinizi kestiremediğiniz zamanlar olur. Dalıp gidersiniz, yanınızda birileri yoksa bir bakmışsınız kayboluvermişsiniz.

Maharet kaybetmekte değil, bulmakta belki.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Bazen



Bir hata yaparsınız, veya hatalar. Kafanıza kakılır. Başkaları değilse bile insan kendi kafasına kakıyor hatalarını. Kurtulamayınca, kendini bir yerde görememek bile batıyor. İnsan adı geçsin, adı söylensin istiyor. Bişeylerin üstünden zaman geçince artık geçip gitsin istiyor.

Sevdiğin birinin anılarına saygı duymak devasa bir dilemma. Asla geçemiyorsun fakat öbür türlü şeyler de geçmiş gitmiş.

Bir de ne var biliyor musun? İnsan seçici davranıyor. Kendini üstün konumda görmeyeceksin. İnsan acizdir, muhtaçtır, çok artislik yapmamalıdır. Evet sevgili usta ya da çırak, usta ya da çırak olmak saygıyla ilgili bir fark yaratmıyor. Bazı şeyleri boşvermeli, bazı şeylerin gitmesine izin vermeli. Olana yeniye yer açmak bu kadar zor da olmamalı ama öbür taraftan.

Büyük dilemmalar bunlar sevgili jedi'lar. Fakat şunu düşününce, yani Higgs bozonunu, hiçbirşeyin mantığı kalmıyor. Zamanın ve kütlenin sırf bu Higgs parçacığının ışık hızından daha yavaş hareket ettiği için var olması garip değil mi. Ve biz de zilgazilkatrilfrilbrilyorlarca olasılık içerisinde böyle ufak meselelere takılıyoruz. Uzay-zaman'la ilgili boyutların ve düzlemlerin arasında senin 2013 yılında yaşama olasılığın 1/106844651348345  olsa, şuanda internete giriyor olma olasılığın 1/106844651348345  olsa, şuanda bu yazıyı okuyor olma olasılığın yaklaşık olarak 1/106844651348345 x 1/106844651348345 x 1/106844651348345 falan. Hal böyle olunca pek bir mânâmız yok. Kafaya dakma etrafta dakıl o yüzden. Eski sevgilinin, geçmiş zamanın, yahut geleceğin manası büyük resmin sadece 1/10205339540450357825845842125455'i falan. Ancak rakam olarak sayabiliyorsun değil mi? Eğer o rakamları tek tek saydıysan da Allah şifa versin ikimize de.

4 Ağustos 2013 Pazar

Gezi ve Kentsel dönüşüm ayağı


Bir ay evvel İstanbul'dan İzmir'e dönerken, aşırı konforsuz otobos firmasının çalışanı Taksim meydanından geçerken, trafiğe kapalı alan ile ilgili sohbetimizin sonunda şunu söyledi:


"Dümen yaptılar kentsel dönüşüm ayağına. Ne güzel şeyler de yapmışlardı, ben de belediyede oyumu verdim. Ama bilmemkaç yıllık Taksim'i iyice manyak yaptılar."

1 Ağustos 2013 Perşembe

Tren rayları

Kendisiyle deneme süresi bitince bir yıllık mukaveleye imza atmak istedi. Memnuniyet öyle basit birşey değil ama. Başka kriterleri var. Bazı şeyler cidden zor oluyor. Ben ya da bir başkası kafasındakini/belki kalbindekini gösteriveremiyor. Ben ya da birbaşkası bunu yapmamalı. Ben ya da birileri bu kadar beş dakikada masamda görmek istiyorum. Ben söylemeden kahvem hazır olsun dememeli. Ben ya da bir başkası zaten on gün, üç ay, yarım yıl, otuz yıl içinde zaten masasında göreceğini bilmeli. Bunu bilmek için elbette beklentilerini düşürmesi gerekmemeli fakat birazcık da sabredebilmeli. Kuşlar böyle ölüyor çünkü. Orda yörükler bu tip vakalarla geberip gidiyor her gün. Şiir yazmaklarla olmayan yörüklükler bunlar. Kalpten kalbe, kentten kente, zihinden zihine. Buldum dediği zaman gururunu kaybediyor yörüklük. Yurt edinince savaşçı millete dönüşüp resmi ideolojilere, mezhep savaşlarına kurban gidiyor.

Kızılbaşlık elinde değildir hiçbir yörüğün. Yörüğün tek bildiği devam etmektir. Huzur içinde yaşamak. Vermektir, almaktır. Ama ne almasını tam biliri obalıdan, ne obalıya vermesini tam biliri. Sosyal paylaşım sitelerinde otomatik yazmaktır yörüklük. Öyle naif ve kinci. Lirik anlara boğulduğumuz hepimizin olur, dinlemeyi bilmez ama herşeyi anlamak da ister. Ne demeli, hem lütuf hem lanettir.

Mutlu olmak kaç para bilemezük.

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Jessie the Unfortunate


Annemle telefon görüşmem:
- 89 almışım.
- Önceki notun 94 değil miydi?
- 92'ydi.
- E, işte bak, çalışsan biraz...
- Bu da yetiyor anne. Beklediğimden yüksek hatta, ben 70 falan gelse öpüp başıma koyacaktım.
- İyi madem.
- Ben Konak'a gidiyorum. Kitapçıya.
- Niye?
- İşte, dergi falan bakacağım.
- Ne dergisi?
- Şiir.
- Niye ki?
- İşte arkadaşların dergileri, şiirleri falan var.
- Boşver. N'apacaksın?
- Bak ama benim de şiirim var.
- Cık cık cık... İşte çok bölünüyorsun, biraz odaklansan bir şeye.
- Ne gibi?
- İşte, mesleğine.

Hani çocukken mahallede top oynamaya çağırdığınızda, annesinden asla izin alıp gelemeyen çocuk var ya. O aslında benmişim lan.

5 Temmuz 2013 Cuma

Baslangıçlar (yahut the lately beginnings)





















Bu sabaha yeni baştan bir adam olarak gözlerimi açık tuttum. Tekrarlar ve yeni başlangıçlar arasında sıkıştığım vakitlerde gözlerimi yummam. Koşup uzaklaştığım da olur ilkin fakat sık sık gözlerim açık kalır. Gözlerimi yummadan evvel iki genç kadın bana iyi olup olmadığımı sordu. Bankların adı yoktu. Fakat adı olan bir parktaydılar. Ben, iyiyim, teşekkür ederim, dediğimde inanmayıp ısrar ettiler. Telefonumu görünce sırıtarak uzaklaştılar. Hep uzaklaşılır zaten.

Ne zaman eski biri oldum, ne zaman yeni birisi, saatini ve dakikasını söylemem zor. Kesin bir tarih olarak şimdiki zaman dersem, yanıltmamış olurum. Daha da kesin bir şey varsa üzgün olduğumdur. Genelde üzgündüm. Belki bu yüzden iki önceki cümlede hep yaptığımın aksine "şey"i ayrı yazmışımdır. Belki de "şey"lerin ayrı yazılması kaderin örülmüş ağlarıdır.

503 sayısıyla başlayan türde üzüntüler de var üzüntümün içerisinde. Öyleki 771 olursunuz hâlâ gitmez türde üzüntüler. Baktınız yaş tekmil, gidesi yoktur.

Uyuyup uyanana kadar idrak etmeyeceğim kesindir bu yepisyeni gözleri. Yaşlanmamış yahut ıslanmamış, ıslaklaşmamış, mutlu, parlak, biraz mavi, biraz yeşil, biraz kırmızı, biraz kara, ama yekünde kahverengi, küçük çekik gözlerimi.

Çiyaçiyaçiya

"Şimdiki kuşlar öyle değil. O da çipetpet ama, lezzetli çipetpet değil. Çipetpetpeet, şakşakşak."